Dr. Alp OKUTUCU

Bağışıklık Sistemi Nerededir? Neden Sağlığımızı Geri Kazanamıyoruz?

Image

Bağışıklık Sistemi Nerededir? Neden Sağlığımızı Geri Kazanamıyoruz?

Bu soruyu bir doktora sorduğunuzda genellikle “Kanda..dolaşımda..” yanıtını alırsınız. “Ama kan dediğin 5 litre..hepsi kanda mıdır yani?” diye üstelerseniz “Dokulara da dağılmıştır tabi biraz” tarzında dağınık bir yanıt alacaksınız. “Peki, insanda bağışıklık sistemi nerede konumlanmıştır?” diye bir ikinci soru yöneltirseniz, bizden gelecek yanıtlar timus, beyin, kemik iliği, karaciğer diye uzayıp gidecek ama şu boşaltım sistemimiz (!) bağırsağı şıklar arasında sayan bile olmayacaktır. İsterseniz biz şimdi, iş bize kalacak olsaydı bağışıklık sistemini vücutta nereye konumlandırırdık birlikte bir düşünelim. Zaten uzun uzun düşünmeye gerek de olmayacaktır.

Tıp okumuşlar farkındadır: Ağızdan anüse kadar olan kısım, insan vücudunun içi gibi görünsede, gerçekte içi değil dışıdır.

Bir şeyi kulağımıza ya da burnumuza sokunca bu şey vücuda “dahil” oluyor mu? Hayır. Aynı biçimde, ağızdan girenler de barsaktan kana emilene kadar vücuda dahil olmazlar. Ağzımıza bir parça kağıt ya da naylon poşet atıp “aşağıya” göndermemiz pekala mümkündür. Her halde bu naylon parçası organizmanın içine kabul edildi, vücudun “içine” girdi, ona dahil oldu diye bir şey yok!

Ağız yoluyla girenler, hava limanındaki yolcu gibidir. Ülkeye giriş yapılmamıştır. Bilindiği gibi, ülkeye giriş yapılmak istendiğinde yolculara pasaport kontrolü uygulanır. İnsan vücuduna girmek isteyenlerin pasaport kontrol noktası, barsak duvarının iç döşemesinde, yani tıbbi ismiyle epitel hattındadır. Epitel, insan vücudunda cilt, akciğer, idrar yolları gibi her türlü yüzeyi kaplayan çok katlı hücre tabakasına verilen isimdir. Demek ki: Barsak epitelinin hemen dışı vücudun dışı, hemen içi ise vücudun içi anlamına geliyor. Barsak epitel hattını geçerek kana karışanlar ise, vücudun içine girmiş oluyorlar.

Nasıl ki sınırlarda pasaport kontrolü yapılırsa, vücuda girişte de “antijen kontrolü” yapılır. Çünkü bağışıklık hücreleri, yabancı olan her şeyi, mikropları da, yiyecekleri de “suratından” değil, taşıdığı antijenlerinden “tanır” (Vücudun kendinden, kendisinin bir parçası olarak görmediği proteinlere antijen denir)  Madem ki barsak epiteli vücut sınır hattıdır, organizmaya kabul edilmek için de burada pasaport, yani antijenlerinizi göstermek durumundasınız. Pasaport kontrolünün etkin olarak yapılabilmesi için de, polis memurları tam olarak sınır hattında konuşlanmalı ve memurun önünde de çalışır durumda bir bilgisayar ağı olmalı. Yani kimin dost, kimin düşman olduğunu ayırt etme bilgisi de, cevap verme gücü de, her ikisi de tam olarak ülke sınırında konuşlanmalıdır. Zaten evimizde de çelik kapıyı tutup da mutfak kapısına değil, dış kapıya koyuyoruz.

Şimdi dönelim bağışıklık sistemimizin nerede olduğuna. Tabii ki olması gereken yerde!

Zaten “iş bize kalacak olsaydı” da, konu üzerine birkaç dakika kafa yoracak olursak, bağışıklık sistemini barsak epitel hattının hemen arkasında konuşlandırırdık: İnsan barsağının iç yüzünde yiyecekleri önce inceleyip sonra sindirdiğimiz girinti ve çıkıntıları kaplayan “iç duvar döşemesini” yani epitel tabakasını şöyle bir “düzleyip” açacak olsak 60-120 m2 ediyor!  Bir kenarı 10 metre, diğer kenarı da 10 metre olan incecik, soğan zarı gibi bir “çarşaf” hayal edin . Bu zarın, yani barsak epitelinin hemen üstü vücudun dışı, hemen altı vücudun içidir. Bu incecik zar üzerinden, 100 metrekarelik alan boyunca, Tanrı’nın günü kilolarca yiyecek içecek eşliğinde yalnızca saymakla bitmez bakteri, virüs ve parazitler değil, yeterli sindirilmediği için yabancı olarak algılanacak olan ve vücuda girmemesi gereken gıda antijenleri sıkıca temas ederek geçiyor. Bir başka biçimde söylersek, bağışıklık sisteminin tek bir gün içinde barsak epitel hattında karşı karşıya geldiği yabancı madde, mikrop ve antijen miktarı, vücudun diğer tüm bölümlerinin toplamının hayat boyunca karşılaştıkları mikrop ve yabancı antijenden daha fazladır! (1) Sizce bu durumda bağışıklık sisteminin dostu düşmanı tanıyacağı/ ayırt edeceği/ kimlik kontrolü yapacağı/ vereceği cevaba karar vereceği/ uygulayacağı yer neresidir? Siz olsaydınız bağışıklık sistemini nereye yerleştirirdiniz?

Hiç merak etmeyin: Tabiat da zaten tahmin ettiğiniz gibi yapmış. Tıp Fakültesi’nde bize söylenmiyor olsa da, günlük antikor üretiminin %80’i barsaktan, hemen epitel altında yapılır. Bu nasıl oluyor? Hepiniz en az bir defa kan tetkikleri yaptırmışsınızdır. Sonuç kağıdında WBC, NÖTR, LENF gibi gördüğünüz terimler, bağışıklık sistemi hücrelerinizin yani akyuvarlarınızın tıbbi isimleridir. İşte orada kısaltılmış isimleriyle LENF, MONO diye boy gösteren bağışıklık hücrelerinden vücudunuzda ne kadar varsa, siz bu satırları okumakta iken  %70-80’i barsakta bahsettiğimiz epitel hattında nöbet beklemekteler. Bu yüzden de antikorların %80’i barsakta yapılıyor (2)  Barsak iç yüzeyinde son derece karmaşık bir ordu bekliyor.

Şimdi en şaşırtıcı ve öğrendiğimde beni şaşkınlıktan yerime mıhlayan püf noktasına geldik: 100 m2’lik yüzeyinin üzerinden yaşam boyu tonlarca yabancı canlı ve antijen geçen barsak epitel hattının kaç kat hücreden oluştuğunu biliyor musunuz? Örneğin deri 6, kornea ise 5 kat hücre ile kaplıdır. Dış dünyadan giriş o kadar da kolay olmamalı, öyle değil mi? Peki, sürekli sınır muhafızlığı ve “savaş alanı” olan barsak epiteli kaç katlıdır? Sadece 1 (yazı ile bir) ! Sadece tek bir hücre katından oluşan sınır, bizi dış dünyanın sayısız mikrop ve yabancı antijenlerden ayırıyor.

“Olur mu öyle şey? Mantıksız. Bu tam bir mühendislik hatası” demeyin: Unutmayın: Barsağın yabancıların girişine izin vermemek olduğu kadar, besinlerin kolayca emilmesini sağlamak gibi, birinciye tam zıt ikinci bir görevi de var. Altı kat epitel olsa idi besinlerin emilimi hiç de kolay olmazdı. Tek sıra hücrelerden oluşan bu epitel hücre tabakasında, hücreler birbirine çok sıkı bağlarla bağlanmıştır ve aradan bir şeyin sızmasına izin verilmez. Tabi, çöp niteliğindeki günümüz “yenebilirleri” ile beslenen ve mikrobiyotası bozuk modern insan barsağından değil, doğada olması gereken durumdan bahsediyorum. Evet, bir doktor olarak olduğu kadar ve hatta ondan daha çok, bir eski otoimmunite hastası olarak çok iyi biliyorum ki, klasik tıp eğitimi ve düşünce sisteminde “geçirgen barsak” diye bir kavram yoktur. Diğer yandan, barsak geçirgenliğinde artış, nam-ı diğer leaky gut, belki de tüm Fonksiyonel Tıp’ın en temel ve en önemli kavramı.

Son derece iyi eğitimli doktor arkadaşlara, her gün otoimmun hastalıklar, yani bağışıklık sistemi hastalıkları ile uğraşan romatologlar, tiroid uzmanları, akciğer hastalıkları uzmanları, fizik tedavi uzmanları, pediatristler hatta gastroenterologlara sorup duruyorum, “Bağışıklık sistemi vücutta nerede yerleşmiştir?” diye. Barsağı şıklar arasında sayan bile olmuyor. Şimdi, ciddi bir -eski- bağışıklık sistemi hastası olarak hakkım olan soruyu soruyorum: Nerede olduğunu bile bilmediğiniz bir sistemi nasıl iyileştireceksiniz? “Biz iyileştirmeye çalışmıyoruz. Çünkü herkes bilir, bu hastalıklar iyileşmez. Biz elimizden geleni yapıyor, yani bağışıklığı baskılayarak hastalığın belirtilerini hafifletmeye ve hastanın acısını dindir-meye çalışıyoruz. Bu da tabi başka bazı sorunlara yol açabiliyor. Bazı yan etkiler(!) oluyor” derseniz, bunu anlayabilirim.

Yok, eğer bağışıklık sisteminin barsakta olduğunun farkında olan o küçük azınlıktan iseniz, neden tedavinizi barsağa yöneltmediniz? Barsağı düzelterek hastalığımı gerçek anlamda iyileştirmeyi neden denemediniz? Benimle canla başla ilgilenen hepsi birbirinden iyi yetişmiş, çoğu öğretim üyesi romatolog, fizik tedavi uzmanı, ortopedist, radyolog, gastroenterolog, dahiliye uzmanı meslektaşımdan neden bir tanesi bile, en azından ishalin, kabızlığın var mı diye bile sormadı? Neden tek bir tanesi bile bağışıklık sisteminin merkezine her gün neler yolladığımı, yiyecek seçimlerimi merak bile etmedi? Neden hiçbiri, bağışıklık sisteminin entegre bir parçası olan mikrobiyotamın durumunu anlamak ihtiyacı hissetmedi?

Yanıtı ben vereyim: Çünkü, hiçbirinin aklına neden? sorusunu sormak gelmemişti. Yıllardır böyle bir paradigmanın bütünüyle dışında yaşamışlardı. “İyi ama ne tıpta, ne kongrelerde, ne de hocalarımız, bize barsak ve barsaktakiimmun sistem nasıl iyileştirilir öğretmediler ki” denirse, gene anlarım. “Bunlar sahtekarlık, bunlar bilimsel değil, bunlar kanıtlanmamış şeyler” plağını yerleştirmeniz dışında, eski bir hastanız olarak, hepsine ve sizlere saygım var. Ve gene hastanız olarak, bir sitem hakkım.