Dr. Alp OKUTUCU

Stres

Image

Milyonlarca yıldır bir “savaş ya da kaç” durumu varlığında insanın hayatta kalmasını sağlayan bu faydalı refleks, günümüzde insanoğlunun istisnasız tüm kronik hastalıklarını körükleyen ana mekanizma durumunda.

Doğada “kronik stres” diye bir şey yok! Zaten stres yanıtı, kronikleşmesi olasılığı hesaplanmadan evrimleşmiş bir mekanizma: Yırtıcı hayvanı mızrakla vurursunuz. Ya da ağaca çıkarsınız. Ya da o sizi yer. Her durumda stres ortadan kalkmıştır. Kronikleşmemiştir.

Fakat kredi kartı ekstreniz sadece zarfı açtığınız anda değil, haftalar boyunca her aklınıza geldiğinde sizde “hayatım tehlikede” biyolojik refleksinin ta kendisini uyarır. İşsiz kaldığınızda sadece işinizi kaybettiğiniz an değil, tüm endişeli aylar boyunca stres cevabı oradadır ve kronikleşmiştir. İşyerinizde patronunuza ya da müşterinize vermek isteyip de veremediğiniz bir cevap günler boyu üzerinize çöktüğünde sizin elinizde olmadan, vücudu tüketen o biyolojik süreç eksiksiz devreye girer. Selye’nin fare deneyindeki gibi, vücut stres uyaranının kaynağı ve türünü ayırt etmez, her durumda vücudun verdiği fizyolojik stres yanıtı ve aldığı mesaj aynıdır: “Hayatım tehlikede”.

Vahşi hayat belgesellerinde hep birbirini kovalayan, dövüşen, yiyecek için kendini tehlikeye atan hayvanları seyrederiz. Sanırız ki bu hayvanlar tüm günlerini böyle geçiriyor. Aslına bakarsanız, filme almaya değer olup bize yansıtılan bu birkaç enstantaneyi çekmek için kameramanlar günlerini harcamıştır. Bu hareketli anlar hayvanların günlük hayatının çok küçük bir zamanını almıştır. Günün çok büyük bölümünü yemek yiyerek ve yediklerini sindirerek, dinlenerek, uyuyarak geçirirler.

Günün çok büyük kısmı sempatik sistem olarak adlandırdığımız “savaş ya da kaç ya da donakal” (Fightor Flight orFreeze)  ile değil, “dinlen ve sindir ve yenilen” (Rest and Digest andRepair) denen parasempatik sistem zamanıdır. Yani günün geniş zaman diliminde sempatik değil, parasempatik sistem baskındır. Sapolsky, “Zebralar neden ülser olmaz” adlı popüler kitabında bu kavramı anlatır.

Stres, günlük konuşma dilinde nasıl zaman zaman “geçici bir can sıkıntısı” anlamında küçümseniyorsa, biz doktorlar da “Canını sıkma teyze cim öyle olur olmaz üzülme, stres iyi bir şey değil” demenin pek de ötesine geçmeyiz. Geçmeyiz, çünkü stresin “iyi bir şey olmadığını” bir insan olarak bilsek de, ne stresin fizyolojik mekanizmaları, ne bunların istisnasız her kronik hastalığın biyolojik süreçleri ile nasıl içiçe geçmiş olduğu, ne stres azaltma teknikleri, ne stresi ve biyolojik safhalarını laboratuarda ölçme yöntemleri bize tıpta okutulmadı. Bunlar biz doktorlar arasında konuşulan konular bile değildir.

StigBengmark, “Akut ve ‘kronik’ faz reaksiyonu, hastalıkların anası” diye, taşıdığı başlıkla bile bu satırlarda anlatmaya çalıştıklarımızı özetleyen makalesinde bunu ele alırken “İster Alzheimer, kanser, isterse diyabet, koroner arter hastalığı ya da romatoidartrit olsun, akut faz proteinleri ve sitokinler hastalığın görünür hale gelmesinden haftalar veya aylar öncesinden kanda yükselmiştir” der.

“Neredeyse tüm kronik hastalıklarda HPA aksı uyarılmıştır. HPA aksı de verdiği stres yanıtı ile bu kronik hastalığı besler” (Bengmark S, acuteand “chronic” phasereaction:mother of disease, ClinNutr 2004) Neden ve sonuç, yumurta ve tavuk ayrılmaz durumdadır.

Kilit nokta, normalde sadece kısa süreli olması gereken stresin kronikleşmesidir. Kısa süreli stresler zararsız, hatta bazen yararlıdır: Bir yarış koşacaksanız, ya da anahtarınızı kaybedip bulursanız, tansiyonunuzun o anda biraz çıkması ya da başınızın biraz ağrıması sizi hasta etmez. Ama bir sevdiğinizin kaybı, boşanma, ya da mali sorunları anında geçiştiremezsiniz. Stres altında bir iş hayatınız varsa, ya da Alzheimer’lı birinin, zihinsel engelli birinin bakımını üstlendiyseniz, arkadaşlarınız ya da eşiniz tarafından sürekli bir aşağılanma içinde yaşıyorsanız bu durumların hepsine alışabilirsiniz, hatta bu stres yükünün farkında olmayabilirsiniz bile. Fakat bu yük, vücudunuzu yıkarak tüketmekte, adrenal sistem (HPA aksı) “banka hesabınızı” da iflasa götürmektedir. Şu ana kadar stres yanıtının akut dönemine damga vuran adrenalin deşarjının etkilerinden bahsettik. Kronik stres yanıtının vücuttaki yıkımından büyük oranda sorumlu olan ise, adrenalden salgılanan kortizol hormonudur.

Hormonlar vücutta sıradan bir iş gören sıradan moleküller değildir. Hormonlar, sıradan biyolojik reaksiyonlara taraf olarak katılan basit kimyasal moleküller değil. Hormonların iş gördüğü nokta, hücre çekirdeği, yani kumanda merkezi. Mesajlarını direkt olarak hücre çekirdeğine, hücrenin kumanda merkezine veriyorlar. İşte bu yüzden, çok küçük miktarlarında bile muazzam etki gösterebiliyorlar. Kendi üretildikleri yerden çok uzaktaki tüm vücut hücrelerine yön verebilme özelliğine sahip moleküller.

Açıkça stres altındaki bir hastanın, kadın olsun erkek olsun, seks hormonları disfonksiyonlarını veya tiroid durumunu değerlendirir ve tedavi ederken adrenal sistemi görmezden gelmemiz alışıldık bir şey, ama çok ciddi bir hata. Bir kadının adet kanamalarına kadın doğumcunun bir ilaç yazması, hipotiroidine yan odada endokrinoloğun tiroid hormonu vermesi, sanki endokrin sistemin bu ana oyuncuları bile vücutta birbirinden farklı odalarda birbirinden habersiz yaşarmış gibi her iki doktorun da birbirlerinin tam olarak neye müdahale ettiğini bilmemeleri, her iki sistemi de kökünden etkileyen HPA aks disfonksiyonu hakkında ise herhangi bir şey bilmek bile istememelerinin hastaları getirdiği yere, ileride tiroid örneğinde kısaca değineceğiz.

Karşımızda oturan hasta bize “çok stressiz biri” gibi görünebilir. Zaten suda yüzen bir kaz da bize “hiç çaba göstermeden yağ gibi kayıyor” izlenimi verir. Ama suyun altını görebilseydik, perdeli ayaklarını deli gibi çırptığını farkedebilirdik! Çok kez kişinin kendisi de stres altında yaşamaya o denli alışmıştır ki, bunu doğal sanır ve biyolojik sistemlerini alt üst eden bu durumun farkına bile varmaz. Çünkü kemik erimesi, mineral (özellikle magnezyum) eksikliği, bel çevresi/karaciğer yağlanması, insülin direnci, metaboliksendrom ve hipertansiyon gibi birçok hastalığın kaderi olduğunu çoktan kabullenmiştir.

Vücudumuzu bu kronik maruziyetten korumak elbette mümkün değil ancak desteğe ihtiyacı olduğu kesin. Yazı dizisinin devamında konuyu daha detaylandırarak, çözüm arayacağız.